Uzun bir süre sonra tekrar bir kitap hakkında konuşabilme fırsatı buldum.
İlk olarak her zaman olduğu gibi kitabı nasıl keşif ettiğimden başlamak istiyorum. Aslında bu kitabı keşif etmeme bir vocaloid şarkısı sebep oldu. Pekala, bu aşırı berbat bir keşif şekli biliyorum ama gerçek bu. Kiyozumi tarafından bestelenen Hyouhon Shoujo yani Numune Kız şarkısı benim bu kitabı bulmama sebep oldu diyebiliriz. Vocaloid Rehberi bu şarkının Koleksiyoncu isimli kitap ile benzer bir konuya sahip olduğunu yazısında belirtince şarkıyı çok sevmiş olduğum için bu kitaba bakmak istedim.
Peki, nedir bu Koleksiyoncu?
"Koleksiyoncu, İngiliz edebiyatının önde gelen yazarlarından John Fowles´un, birçok yayınevinden geri çevrilme talihsizliğini yaşayan; ama yayımlandığında kendisine bugünkü ününü getiren ilk romanı. Fransız Teğmenin Kadını, Yaratık, Mantissa ve Büyücü gibi başyapıtların habercisi...
Koleksiyoncu, bir kelebek koleksiyoncusuyla, aşık olarak kaçırıp zindana kapattığı bir resim öğrencisi arasındaki "mecburi" ilişkinin romanıdır görünürde. Ama Fowles´un olağanüstü üslubu ve ustalığıyla, bu ilişki, başka birçok ilişkiye de gönderme yapmakta, ahlaki kaygılarla baskı altına aldığımız yabanıl doğallığımız içinde, aslında neyi nereye kadar haklı ve geçerli bulabileceğimiz gerçekliğiyle bizi yüzleştirmektedir.
Farklı yolculuklara açık bir kurgusu olan bu roman, sadece kendimize göre haklı olan bir tutku adına yapabileceklerimizin ikna edici ve masum bir anlatısı olarak okunabileceği gibi, içimizdeki "iktidar" ve "teslim olma" isteğinin hangi şartlarda ortaya çıkabileceğinin anlatısı olarak da okunabilir. Ya da iki ayrı sosyal tabakanın birbirine yakınlaşma çabalarının, aslında alt sınıfın üst sınıfa yaranma, üst sınıfın ise öğretmenlik kisvesine bürünerek "yığınları" mümkün olduğunda kendisinden uzak tutma kaygısından başka bir şey olmadığının çarpıcı bir anlatısı olarak da yorumlanabilir.
Sadece bir psikolojik gerilim romanı olarak okunduğunda bile inanılmaz tatlar alacağınız Koleksiyoncu, bunun ötesine geçmekten ve kendi karanlıklarıyla yüzleşmekten korkmayanlara... Ya da Fowles´un dediği gibi "Her insan kendisi için bir giz olmalıdır" sözüne inananlar için."
(Goodreads'den alıntıdır,
gerçi kitabın arkasında yazan şeyler bunlar.)
Şimdi, benim kitap hakkındaki düşüncelerime gelirsek..
Uzun zamandır bu kadar iyi olan bir kitap okumamıştım. Genel olarak Japon yazarların kitaplarını okuduğumu herkes biliyor. Nedeni ise düşünce yapıma ve bir kitapta genel olarak aradığım şeylere daha iyi uymalarından dolayı.
Ancak Koleksiyoncu bu düşüncemi biraz olsun değiştirdi diyebilirim.
Ancak Koleksiyoncu bu düşüncemi biraz olsun değiştirdi diyebilirim.
Açık konuşayım, kitaplarda olayın git gide kötüye gitmesi, karmakarışık olaylar ve ağır/yoğun duygular hoşuma gidiyor.
Yaşıma uygun bir şey değil belki ancak zevk meselesi bunlar. (Gerçi neredeyse reşit yaştayım ve bu tip kötü olayların yanlış ve hastalıklı davranışlar olduğunu biliyorum. Bu yüzden sorun olmamalı.)
Pekala, karakterlerden biraz bahsedelim.
Miranda'nın günlüklerinde olan karakterler hariç -normal olarak- iki karakterimiz var.
Ana karakter (Frederick Clegg) ve Miranda Grey.
Ana karakterin aşırı silik biri olduğunu düşünüyorum, kendisi ile ilgili ilginç olan tek şeyin kelebek koleksiyonu yapması ve Miranda'yı kaçırıp, evinin bodrumundaki sırf onun için düzenlediği zindana kapatacak kadar Miranda'ya saplantılı olması olduğunu düşünüyorum. (Miranda'da teknik olarak koleksiyonunun bir parçası aslında, haha.)
Bu arada silik derken cidden silik, hani gerçek ismini dahi araştırmam gerekti çünkü hatırlayamıyordum. (Belki de bu Miranda'nın onu Caliban'a -Shakespeare'in Fırtına isimli eserindeki kötü karakterin adıymış- benzetmesi ve ondan bu şekilde bahsetmesi yüzündendir.)
Miranda ise.. bir resim öğrencisi. Ara sıra nedensizce sinir olduğum ama bir yandan da acıdığım bir karakter.
Kitap 3 kısımdan oluşuyor. İlk olarak ana karakterin tarafından okuyoruz, daha sonra Miranda'nın günlük yazılarıyla ilk kısmın sonuna kadar olan kısmı -belki biraz daha ilerisini- Miranda'nın bakış açısından görüyoruz, son kısımda ise yine ana karakterin ağzından kitabın sonunu okuyoruz.
Miranda'nın kısımları belirli bir yere kadar sıkıcıydı ama ilerledikçe ve Miranda'nın ruh halindeki değişimleri görünce okuması keyifli bir hal aldı.
Kitabın sonunda olan şey ise beni bayağı şaşırttı. Bunu kesinlikle beklemiyordum. (Ama kabul etmeliyim ki Dorian Gray'in Portresi'nde yaşadığım şaşkınlığı bu kitapta yaşamadım, Dorian Gray tamamen apayrı bir şey.)
Pekala, toparlayalım!
Kitap güzel, severek okudum. Psikolojik gerilim(?) olarak güzel bir kitap mı bilemeyeceğim ancak sadece psikolojik bir kitap olarak düşünürsek güzel bir kitap olduğunu söyleyebilirim.
Psikoloji ağırlıklı kitapları seviyorsanız önerebilirim.
Ayrıca kitap hakkında araştırma yaparken Türkçe'ye ilk çevrildiğinde kitabın ismi "Korkunç Kolleksiyoncu" olarak çevrilmiş, daha sonra kitap tekrar çevrildiğinde orijinal isminin karşılığı olan Koleksiyoncu olarak basılmış. (İlk isim neden seçilmiş merak içindeyim aslında..)
Evet, yazının sonuna geldik. Yine yazının en sonuna kitaptan alıp defterime yazmış olduğum 10 tane alıntıdan birkaç tanesini koyacağım. Umarım okursunuz.
Kendinize iyi bakın. Bir sonraki yazıda görüşmek üzere~!
Miranda'nın günlüklerinde olan karakterler hariç -normal olarak- iki karakterimiz var.
Ana karakter (Frederick Clegg) ve Miranda Grey.
Ana karakterin aşırı silik biri olduğunu düşünüyorum, kendisi ile ilgili ilginç olan tek şeyin kelebek koleksiyonu yapması ve Miranda'yı kaçırıp, evinin bodrumundaki sırf onun için düzenlediği zindana kapatacak kadar Miranda'ya saplantılı olması olduğunu düşünüyorum. (Miranda'da teknik olarak koleksiyonunun bir parçası aslında, haha.)
Bu arada silik derken cidden silik, hani gerçek ismini dahi araştırmam gerekti çünkü hatırlayamıyordum. (Belki de bu Miranda'nın onu Caliban'a -Shakespeare'in Fırtına isimli eserindeki kötü karakterin adıymış- benzetmesi ve ondan bu şekilde bahsetmesi yüzündendir.)
Miranda ise.. bir resim öğrencisi. Ara sıra nedensizce sinir olduğum ama bir yandan da acıdığım bir karakter.
Kitap 3 kısımdan oluşuyor. İlk olarak ana karakterin tarafından okuyoruz, daha sonra Miranda'nın günlük yazılarıyla ilk kısmın sonuna kadar olan kısmı -belki biraz daha ilerisini- Miranda'nın bakış açısından görüyoruz, son kısımda ise yine ana karakterin ağzından kitabın sonunu okuyoruz.
Miranda'nın kısımları belirli bir yere kadar sıkıcıydı ama ilerledikçe ve Miranda'nın ruh halindeki değişimleri görünce okuması keyifli bir hal aldı.
Kitabın sonunda olan şey ise beni bayağı şaşırttı. Bunu kesinlikle beklemiyordum. (Ama kabul etmeliyim ki Dorian Gray'in Portresi'nde yaşadığım şaşkınlığı bu kitapta yaşamadım, Dorian Gray tamamen apayrı bir şey.)
Pekala, toparlayalım!
Kitap güzel, severek okudum. Psikolojik gerilim(?) olarak güzel bir kitap mı bilemeyeceğim ancak sadece psikolojik bir kitap olarak düşünürsek güzel bir kitap olduğunu söyleyebilirim.
Psikoloji ağırlıklı kitapları seviyorsanız önerebilirim.
Ayrıca kitap hakkında araştırma yaparken Türkçe'ye ilk çevrildiğinde kitabın ismi "Korkunç Kolleksiyoncu" olarak çevrilmiş, daha sonra kitap tekrar çevrildiğinde orijinal isminin karşılığı olan Koleksiyoncu olarak basılmış. (İlk isim neden seçilmiş merak içindeyim aslında..)
Evet, yazının sonuna geldik. Yine yazının en sonuna kitaptan alıp defterime yazmış olduğum 10 tane alıntıdan birkaç tanesini koyacağım. Umarım okursunuz.
Kendinize iyi bakın. Bir sonraki yazıda görüşmek üzere~!
"...insanlar yalnızca aşk için evlenirdi, özelikle Miranda gibi kızlar. Onu unutacağımı sandığım da olmuyor değildi. Ama unutmak insanın yapacağı değil, başına gelecek bir şeydir ve benim başıma gelmedi."-Koleksiyoncu, s. 12
Bir gün bana ölüm kavanozu dediği şeyi göstermişti. Onun içinde tutsağım ben. Kanatlarım cama çarpıyor. Dışarıyı görebildiğim için hala kaçabileceğimi sanıyorum. Umut besliyorum. Ama hepsi bir yanılsama.-Koleksiyoncu, s. 228
Gece yarısı.Asla kaçamayacağım. Bu da beni deli ediyor. Mutlaka, mutlaka, mutlaka bir şey yapmalıyım. Kendimi dünyanın tam ortasında, küçücük bir kutunun içinde hissediyorum. Dünyanın bütün ağırlığı içinde bulunduğum bu küçük kutunun üzerine çöküyor. Kutu ufalıyor, ufalıyor, ufalıyor. Büzüştüğünü hissedebiliyorum.Bazen haykırmak istiyorum. Sesim kısılıncaya kadar. Ölünceye kadar.Yazamıyorum. Sözcükleri bulamıyorum.Tam umutsuzluk.-Koleksiyoncu, s. 259
...Wow. Sadece wow. Çok güzel şeyler öneriyorsun. Yine tam benlik. O yüzden... BU KİTABA MUTLAKA BAKMALIYIM!!
YanıtlaSilYazı için teşekkür ederim.
Şimdiden iyi okumalar diliyorum. İlgini çeken bir şey önerebildiysem ne mutlu bana! (*•̀ᴗ•́*)و ̑̑
SilYorumun için de çok çok teşekkür ediyorum.