30 Aralık 2017 Cumartesi

Yeni Yıl (2018)

Herkese merhaba~!
Umarım hepiniz iyisinizdir, iyi değilseniz umarım yakında iyi olursunuz.
Bu "yeni yıl" içerikli yazıyı 2017 için yazmamışım. Bu bayağı komik oldu. Nedense yazdım gibi hatırlıyorum ancak bir türlü bulamadım. Belki de cidden yazmamışımdır.



Bunu neden koydum bilmiyorum.

Her neyse, bu yıl.
Fena değildi. Çok harika olduğunu söyleyemeyeceğim. Her yıl olduğu gibi kötü şeylerde oldu, iyi şeylerde ama sonuç olarak hala -azıcık kalmış olsa da- umudumu yitirmemiş bir şekilde buradayım.
Umarım reşit yaşa ulaşacağım gelecek yılda (hiçbir şey olmayacağını biliyorum ancak yine de bu fikir beni biraz korkutuyor) daha da iyi şeyler olacak. En azından olması için çaba göstereceğim.

(Bu arada yine beraber geçirebileceğim birileri olmadığından ailemle geçiriyor olacağım. Gerçi bu durumdan pek şikayet ettiğim söylenemez.)

Umarım sizin içinde sağlıklı, huzurlu ve mutlu geçireceğiniz bir yıl olur 2018. Hiçbir zaman geleceğe olan umudunuzu kaybetmeyin. Mutlu olmaya çalışın ancak olmuyorsa da bırakın olmasın. Mutsuz olmakta herhangi bir problem yok.

Herkese mutlu yıllar!

Kendinize çok çok iyi bakın.
(Seneye görüşürüz, ehehe.) 
Bir sonraki yazıda (ve 2018'de) görüşmek üzere, güle güle~!

(Bunu da koymak istedim her ne kadar çok geç olsa da.)
Zerochan

4 Aralık 2017 Pazartesi

Koleksiyoncu | John Fowles

Herkese merhaba.
Uzun bir süre sonra tekrar bir kitap hakkında konuşabilme fırsatı buldum. Aslında daha önce Kişisel Bir Sorun hakkında yazmayı denedim ancak bir türlü o yazı bitmedi.
Bu yüzden hazır okumayı bitireli fazla zaman olmamışken Koleksiyoncu hakkında biraz konuşmak istiyorum. Komik bir gerçek var ki, Kişisel Bir Sorun hakkında olan yazı bitti. Buradan okuyabilirsiniz.

İlk olarak her zaman olduğu gibi kitabı nasıl keşif ettiğimden başlamak istiyorum. Aslında bu kitabı keşif etmeme bir vocaloid şarkısı sebep oldu. Pekala, bu aşırı berbat bir keşif şekli biliyorum ama gerçek bu. Kiyozumi tarafından bestelenen Hyouhon Shoujo yani Numune Kız şarkısı benim bu kitabı bulmama sebep oldu diyebiliriz. Vocaloid Rehberi bu şarkının Koleksiyoncu isimli kitap ile benzer bir konuya sahip olduğunu yazısında belirtince şarkıyı çok sevmiş olduğum için bu kitaba bakmak istedim.

Peki, nedir bu Koleksiyoncu?
"Koleksiyoncu, İngiliz edebiyatının önde gelen yazarlarından John Fowles´un, birçok yayınevinden geri çevrilme talihsizliğini yaşayan; ama yayımlandığında kendisine bugünkü ününü getiren ilk romanı. Fransız Teğmenin Kadını, Yaratık, Mantissa ve Büyücü gibi başyapıtların habercisi...

Koleksiyoncu, bir kelebek koleksiyoncusuyla, aşık olarak kaçırıp zindana kapattığı bir resim öğrencisi arasındaki "mecburi" ilişkinin romanıdır görünürde. Ama Fowles´un olağanüstü üslubu ve ustalığıyla, bu ilişki, başka birçok ilişkiye de gönderme yapmakta, ahlaki kaygılarla baskı altına aldığımız yabanıl doğallığımız içinde, aslında neyi nereye kadar haklı ve geçerli bulabileceğimiz gerçekliğiyle bizi yüzleştirmektedir.

Farklı yolculuklara açık bir kurgusu olan bu roman, sadece kendimize göre haklı olan bir tutku adına yapabileceklerimizin ikna edici ve masum bir anlatısı olarak okunabileceği gibi, içimizdeki "iktidar" ve "teslim olma" isteğinin hangi şartlarda ortaya çıkabileceğinin anlatısı olarak da okunabilir. Ya da iki ayrı sosyal tabakanın birbirine yakınlaşma çabalarının, aslında alt sınıfın üst sınıfa yaranma, üst sınıfın ise öğretmenlik kisvesine bürünerek "yığınları" mümkün olduğunda kendisinden uzak tutma kaygısından başka bir şey olmadığının çarpıcı bir anlatısı olarak da yorumlanabilir.

Sadece bir psikolojik gerilim romanı olarak okunduğunda bile inanılmaz tatlar alacağınız Koleksiyoncu, bunun ötesine geçmekten ve kendi karanlıklarıyla yüzleşmekten korkmayanlara... Ya da Fowles´un dediği gibi "Her insan kendisi için bir giz olmalıdır" sözüne inananlar için."
(Goodreads'den alıntıdır, 
gerçi kitabın arkasında yazan şeyler bunlar.) 

Şimdi, benim kitap hakkındaki düşüncelerime gelirsek..
Uzun zamandır bu kadar iyi olan bir kitap okumamıştım. Genel olarak Japon yazarların kitaplarını okuduğumu herkes biliyor. Nedeni ise düşünce yapıma ve bir kitapta genel olarak aradığım şeylere daha iyi uymalarından dolayı.
Ancak Koleksiyoncu bu düşüncemi biraz olsun değiştirdi diyebilirim.
Açık konuşayım, kitaplarda olayın git gide kötüye gitmesi, karmakarışık olaylar ve ağır/yoğun duygular hoşuma gidiyor. 
Yaşıma uygun bir şey değil belki ancak zevk meselesi bunlar. (Gerçi neredeyse reşit yaştayım ve bu tip kötü olayların yanlış ve hastalıklı davranışlar olduğunu biliyorum. Bu yüzden sorun olmamalı.)

Pekala, karakterlerden biraz bahsedelim.
Miranda'nın günlüklerinde olan karakterler hariç -normal olarak- iki karakterimiz var.
Ana karakter (Frederick Clegg) ve Miranda Grey.

Ana karakterin aşırı silik biri olduğunu düşünüyorum, kendisi ile ilgili ilginç olan tek şeyin kelebek koleksiyonu yapması ve Miranda'yı kaçırıp, evinin bodrumundaki sırf onun için düzenlediği zindana kapatacak kadar Miranda'ya saplantılı olması olduğunu düşünüyorum. (Miranda'da teknik olarak koleksiyonunun bir parçası aslında, haha.)
Bu arada silik derken cidden silik, hani gerçek ismini dahi araştırmam gerekti çünkü hatırlayamıyordum. (Belki de bu Miranda'nın onu Caliban'a -Shakespeare'in Fırtına isimli eserindeki kötü karakterin adıymış- benzetmesi ve ondan bu şekilde bahsetmesi yüzündendir.)
Miranda ise.. bir resim öğrencisi. Ara sıra nedensizce sinir olduğum ama bir yandan da acıdığım bir karakter.

Kitap 3 kısımdan oluşuyor. İlk olarak ana karakterin tarafından okuyoruz, daha sonra Miranda'nın günlük yazılarıyla ilk kısmın sonuna kadar olan kısmı -belki biraz daha ilerisini- Miranda'nın bakış açısından görüyoruz, son kısımda ise yine ana karakterin ağzından kitabın sonunu okuyoruz.
Miranda'nın kısımları belirli bir yere kadar sıkıcıydı ama ilerledikçe ve Miranda'nın ruh halindeki değişimleri görünce okuması keyifli bir hal aldı.
Kitabın sonunda olan şey ise beni bayağı şaşırttı. Bunu kesinlikle beklemiyordum. (Ama kabul etmeliyim ki Dorian Gray'in Portresi'nde yaşadığım şaşkınlığı bu kitapta yaşamadım, Dorian Gray tamamen apayrı bir şey.)

Pekala, toparlayalım!
Kitap güzel, severek okudum. Psikolojik gerilim(?) olarak güzel bir kitap mı bilemeyeceğim ancak sadece psikolojik bir kitap olarak düşünürsek güzel bir kitap olduğunu söyleyebilirim.
Psikoloji ağırlıklı kitapları seviyorsanız önerebilirim.

Ayrıca kitap hakkında araştırma yaparken Türkçe'ye ilk çevrildiğinde kitabın ismi "Korkunç Kolleksiyoncu" olarak çevrilmiş, daha sonra kitap tekrar çevrildiğinde orijinal isminin karşılığı olan Koleksiyoncu olarak basılmış. (İlk isim neden seçilmiş merak içindeyim aslında..)

Evet, yazının sonuna geldik. Yine yazının en sonuna kitaptan alıp defterime yazmış olduğum 10 tane alıntıdan birkaç tanesini koyacağım. Umarım okursunuz.
Kendinize iyi bakın. Bir sonraki yazıda görüşmek üzere~!

"...insanlar yalnızca aşk için evlenirdi, özelikle Miranda gibi kızlar. Onu unutacağımı sandığım da olmuyor değildi. Ama unutmak insanın yapacağı değil, başına gelecek bir şeydir ve benim başıma gelmedi."
-Koleksiyoncu, s. 12 
Bir gün bana ölüm kavanozu dediği şeyi göstermişti. Onun içinde tutsağım ben. Kanatlarım cama çarpıyor. Dışarıyı görebildiğim için hala kaçabileceğimi sanıyorum. Umut besliyorum. Ama hepsi bir yanılsama.
-Koleksiyoncu, s. 228 
Gece yarısı.
Asla kaçamayacağım. Bu da beni deli ediyor. Mutlaka, mutlaka, mutlaka bir şey yapmalıyım. Kendimi dünyanın tam ortasında, küçücük bir kutunun içinde hissediyorum. Dünyanın bütün ağırlığı içinde bulunduğum bu küçük kutunun üzerine çöküyor. Kutu ufalıyor, ufalıyor, ufalıyor. Büzüştüğünü hissedebiliyorum.
Bazen haykırmak istiyorum. Sesim kısılıncaya kadar. Ölünceye kadar.
Yazamıyorum. Sözcükleri bulamıyorum.
Tam umutsuzluk.
-Koleksiyoncu, s. 259

29 Kasım 2017 Çarşamba

Satsuriku no Tenshi | "Please – kill me." "If you help me get outta here, then I'll kill you."

Herkese merhaba~!
Fazla uzatmadan yazıya geçiş yapacağım. Ama öncelikle bu oyunu bana hediye eden Ensar'a çok çok çok teşekkür ediyorum. Sayesinde bu güzel oyunu alıp oynama şansım oldu. (*´・v・)

Pekala, girişi yaptığımıza göre başlayabiliriz!



Satsuriku no Tenshi, (İngilizce ismiyle, Angels of Death) Stardust KRNKRN (Makoto Sanada) tarafından geliştirilmiş, 4 bölümden oluşan bir psikolojik korku oyunu. Kirisame ga furu mori'de aynı kişi/kişiler tarafından geliştirilmiştir.

Oyunun konusuna gelirsek,
Ana karakterimiz Ray, kendini bir binanın bodrum katında hafızasının bir kısmını kaybetmiş şekilde bulur. Odadan çıkıp bir çıkış yolu ararken elinde tırpan ile gezen Zack ile karşılaşır. Daha sonra ikisi birlikte binadan kaçmanın yolunu arıyorlar.

Şeklinde özetlenebilir.
Bölüm bölüm olan bir oyun olduğu için daha fazla şey söylersem spoilera girebilir. Bu yazıyı olabildiğince spoilersız tutmaya çalışmak istediğim için konunun geri kalanından bahsedemeyeceğim.

Ana karakterlerimiz hakkında olan kısıma geçelim!

(Soldaki Ray, sağdaki Zack)
İlk olarak Ray'den başlayalım.
Ray, (Rachel Gardner) 13 yaşında. Büyük mavi gözlere ve kalçalarına kadar inen sarı saçlara sahip. Kendisi duygudan biraz yoksun diyebiliriz. Oyun içerisinde genel olarak sakin ve duygusuz bir izlenim veriyor gibi. Yine de bana göre çok sevimli bir karakter.

Zack, (Isaac Foster) 20 yaşında olduğu söylenilen ve ilginç bir görünüme sahip olan bir karakter. Sağ gözü siyah, sol gözü sarı renkte. Bandajlarla kaplı olan bir karakter olduğu için bana nedense mumyaları hatırlatmıştı ilk gördüğümde. Yanında bir tırpan taşıyor ve aşırı havalı bir karakter.

~~

Şimdi geldik benim oyun hakkındaki düşüncelerimi söyleyeceğim kısıma.
Öncelikle oyunu beğendim. Ancak korkmayı bekliyorsanız pek korkacağınızı zannetmiyorum. Yapımcının diğer oyunu Kirisame ga furu mori'yi sonuna kadar oynamadım ancak oyunun başlarında gerçekten ürktüğümü/gerildiğimi hatırlıyorum. Bu oyunda o yok. 

Oyunun bölüm bölüm olması hoşuma gitti.
Her bölüm yaklaşık olarak 1-2 saat sürüyor ve her bölüm gittikçe yukarı katlara doğru çıkıyoruz. Katlar arasındaki değişiklikler hoşuma gitti diyebilirim. Ancak atmosfer olarak korkutucu değil. Ib'de tablo veya mankenlerin olduğu odalara gelince oluşan korku yok mesela. (Belli bir şeyden sonra hareket edeceğini bildiğim için aşırı tedirgin oluyordum.)
Satsuriku no Tenshi'de bu korkuyu sadece kovalama sahnelerinde bir miktar yaşadım. Onun dışında katlarda ürkütüğüm veya ilerlemeye çekindiğim bir zaman olmadı. (Belki 4. katın belirli bir sahnesinde tedirgin olmuş olabilirim ama çok küçük bir kısımda, o yüzden saymıyorum.)

Bir de çoğu kişi gibi -bolca crossover fanart gördüğüm için bunu diyorum- Zack ve Ray'in ilişkisini Ib'deki Gray ve Ib'in ilişkisine benzetiyorum. İkisinde de küçük bir kız ve yetişkin bir erkek olduğundan dolayı sanırım. (Ve evet, tahmin ettiğiniz gibi fanartlar var. Ray'in 13 yaşında bir kız olduğunu unutuyor insanlar..)

Pekala, asıl soruya geldik. Oyunu öneriyor muyum?
Kesinlikle evet, hatta rpg maker korku oyunlarına başlayacak insanlar için Sandman'den daha iyi bir başlangıç olabilir. Çünkü korku kısmı cidden az. (Sandman daha ürkütücüydü..)
Rpg maker korku oyunlarıyla azıcık bile olsa haşır neşir olanlar için de gayet güzel bir oyun çünkü hikaye olarak güzel. Bu türü oynayanlar bilir, görselden çok hikaye önemlidir bu oyunlarda.
Satsuriku no Tenshi kesinlikle güzel bir hikaye sunuyor. Finalinin de güzel olduğunu söylemem gerekli.

Steam'den 18 TL'ye alıp oynayabileceğiniz bir oyun. Fiyatı iyi sayılır ama indirim olduğu zaman alıp oynamanızı daha çok öneriyorum. (Bedavaya nereden indirebilirsiniz bilmiyorum.)
Oynayacaklara şimdiden iyi oyunlar diliyorum~!

Ayrıca ne zaman çıkacağını bilmiyorum ancak animesi de çıkacak.
Merakla bekliyor olacağım ancak çok umutlu değilim. Code Realize'dan sonra oyunların animelerine olan düşüncem iyice kötüleşti. Yine de umarım iyi bir iş çıkartırlar..

Böylece bir yazının daha sonuna geldik. Ayda bir kere falan ancak geliyor biliyorum ama eskisi gibi sürekli yazma isteğim gelmiyor. Yine de ara sıra yazıyorum işte bir şeyler. Umarım anlayışla karşılarsınız.
Kendinize iyi bakın, bir sonraki yazıda görüşmek üzere~!

(credit)

18 Ekim 2017 Çarşamba

Güncelleme #12 | Sürekli Geciktirdiğim Güncelleme

Herkese merhaba.
Umarım iyisinizdir. Ben ara sıra üşümem ve moral düşüklüğüm haricinde gayet iyiyim.
Uzun zamandır güncelleme yazısı yazmadığım için şuan ne yazmam gerektiğini bilmiyorum açıkçası.. Yazamama sebeplerimden bahsederek başlayayım o zaman. Evet, güzel bir konu.
İlk olarak taşınma olayları var. Ağustos'un ilk haftasında yeni bir eve taşındık. Aşırı stresliydi benim için. En ufak değişikliği bile genel olarak sevmeyen biri olarak zordu. Ama şuan ki evin diğer eve soranla 10 kat daha iyi oluşu alışmamı daha kolay hale getirdi.
Peki, Eylül'e kadar neden yazı gelmedi? Ağustos'tan Eylül'e kadar 2 ay internet bağlanmadı çünkü.
Evet, 2 ay internet bağlanmadı çünkü apartman çok yeniydi ve altyapıyı yapmaları çok uzun sürdü. Ama ilginç bir şekilde ölmedim??
Üçüncü sebebe geldik, hazır mıyız?
İsteksizlik ve piyano dersleri.
Şimdi, muhteşem piyano çaldığım söylenemez. Ama ilk haftalarda verilen parçalar ile şuan çalıştığım parçaları kıyaslayınca ilerleme var. Sorun yapabildiğimi düşündüğüm tek şey olduğu için kendimi gereksiz yere fazla sıkmak. Daha yeni doğru düzgün bir şeyler çalabiliyorum ama havaya giriyorum. Rezilsin tilki. :(
Ama şuan düzgün ama hızlı bir şekilde ilerlememin sebebi de bu kendimi sıkma olayı. Yanlış anlamayın piyano çalmayı gerçekten seviyorum. Daha önce klasik müzik hakkında hiçbir şey bilmeyen biri olarak şuan azıcık da olsa bir şeyler öğrenebiliyor ve çalabiliyor olduğum için çok mutluyum. Şunu da fark etmiş oldum, 11-12 yaşında gitar kursuna gittiğim zaman bu kadar eğlenmiyordum veya öğrenmek için bu kadar çabalamıyordum. Ancak sanırım o zaman daha iyi yapabildiğim şeyler vardı o yüzden.. (Ayrıca grup dersiydi ve 2 saatti, sizi bilmem ama ben 2 saat boyunca odaklanabilen biri değilim. 45 dakikalık birebir olan piyano dersinin bile son 5-10 dakikasını beynim yanmış bir şekilde geçiriyorum.)

Müzik demişken şu sıralar Wagakki Band'e bir miktar takmış durumdayım.
Her şey canlı konser videolarını izlemem ile başladı. Ne güzel izliyorum böyle, eğleniyorum. Bass gitarı çalan kişi ilgimi çekti, "Aaa ne tatlı bir kız!" dedim. Merak edip araştırdığımda ise erkek olduğunu öğrendim. Fate serisindeki Astolfo'dan sonra ikinci kere tuzağa düştüm.
İşin komiği Asa (Wagakki Band'in bass gitaristi) bayağı erkeksi bir sese sahip. Görüntü ve ses uyumu sıfır. Ama hala çok tatlı ve başarılı bulduğum bir insan. Grubu genel olarak aşırı sevdim.
Önceden de biliyordum ancak bu kadar ilgimi çekmemişti. Ancak canlı konser videosu sonrası birkaç röportaj da izleyince gerçekten ilgimi çekti. Sanırım bir süre takip etmeye çalışacağım. :''


Pekala, bu yazıyı en kısa zamanda bitirmem gerekiyor çünkü çok fazla fanlık yaptım, çok fazla konuştum. O yüzden yeter.
Bu yüzden kimsenin sormadığı ancak benim söylemek istediğim şeyden bahsedeceğim. Başlıktaki beyefendi kim? Ondan önceki Halloween Mari nerede? Tilki neden saçma sapan iş yapıyor?
Başlıktaki şahıs I-Chu isimli oyundan bir karakter. İsmi Saku Uruha, başlıktaki hali ise Halloween setinden(?) ve tesadüfen düşürdüm. Ancak unidolized, o yüzden hala bu şekilde değil. 
Mari ise gezmeye çıktı. Burada Love Live fanlığı yapmak istemiyorum. 100'ün üzerinde bir rank'ım var. Artık tam bir çöp sayılırım. Bu blogda çöplere yer yok. *kendini atar*
Tilki saçma sapan iş yapıyor çünkü bir insan olarak saçma sapan. Ayrıca kendini altından kalkamayacağı türden işlere sokmaya da bayılır. İnsanlarla yanlışlıkla/istemsizce flört eder falan filan. Sonra "Bunu neden yaptım?" der ancak iş işten geçmiştir.

Neyse, sonuç olarak ruh halim hala karışık. Bir üzgünüm, bir mutluyum, bir sinirliyim.
Kendimi stabil tutmam zor oluyor ancak üzerinde çalışıyorum. Olacak bir şeyler.
Artık kapanış vakti. Umarım bu en az benim kadar saçma sapan yazıyı okurken biraz olsun eğlenmişsinizdir.
Kendinize iyi bakın ve her şeyin bir gün iyi olacağına dair inancınızı yitirmeyin.
Bir sonraki yazıda görüşmek üzere~!

28 Eylül 2017 Perşembe

Code: Realize ~Sousei no Himegimi

Herkese merhaba!
Yine genel olarak yazma isteğimin ya bu oyunun yakın zamanda gelecek olan animesine olan yorumlardan ya da hayatın kendisinden dolayı kaçması yüzünden uzun süre yazamadım. Bu oyunu bitireli 1 yıla yaklaştı ancak o kadar güzel bir oyun ki çoğu hala aklımda.

Bugün elimden geldiğince Code Realize ismindeki bu tam anlamıyla harika olan visual novel otome oyunundan bahsedeceğim. ("Otome nedir? Yeniyor mu bu?" diyenler için Azusa'nın Otome for Dummies yazısına gidip bakmalarını öneriyorum. Çünkü çok çok daha ayrıntılı bir şekilde anlattığını düşünüyorum.)

Şimdi, Code Realize ile tanışmam nasıl oldu ondan bahsedeyim. Zavallı bir PS Vita kullanıcısı ve otome oyunları içten içe sevip aynı zamanda nefret eden biri olarak PSN'de gezinirken denk geldim. Ancak PS Vita bazı insanlara göre ölü bir konsol olsa da oyun fiyatları hala biraz tuzlu.(şuan baktığıma göre oyunun fiyatı 103 TL)
O yüzden ilk gördüğümde tüm harçlığımı buna yatırmak istemedim. Daha sonra o muhteşem indirim geldi ve bu oyun 35 TL'ye düştü. (O muhteşem indirimden Persona 4 ve Virtue's Last Reward gibi iki oyunu daha aldım, öyle bir muhteşemdi.)
Ancak ilk başta gözüm Norn9'daydı, daha sonra nedense hem içinde tarihi kişilikleri de barındırması, hem de çizimlerinin daha ilgi çekici olmasından dolayı Code Realize'ı almaya karar verdim.
Hayatımda aldığım en iyi kararlardan biriydi. Çünkü oyun çoğu anlamda harika.


Code Realize(a.k.a Code: Realize ~Sousei no Himegimi~ - Code: Realize ~Guardian of Rebirth~) Japonya'da 27 Ekim 2017, geriye kalan ülkelerde de 20/21 Ekim 2015'de PS Vita konsoluna çıkmış olan bir visual novel/otomedir. Ayrıca Japonya'da yakın zamanda çıkacak olan ve ana oyundan sonra olanları anlatan bir fandisc olan Code: Realize ~Shukufuku no Mirai~ ile birlikte çıkacak olan bir PS4 versiyonuda bulunmaktadır.
(Bu ikili setin diğer ülkelere 2018 gibi gelmesi bekleniyor yine de tam bir tarih yok. 
Code: Realize ~Shukufuku no Mirai~ fandisc'in PS Vita çıkış tarihi ise yine 2018 olarak gözüküyor.)

Oyunun konusuna gelirsek,
19. yüzyıl İngiltere'sinde (Londra'da) geçiyor. Ana karakterimiz Cardia, babasına söz verdiği için terk edilmiş bir malikanede tek başına dünyadan izole olarak yaşamaktadır. Çünkü vücudunda dokunduğu her şeyi eriten/çürüten ölümcül bir zehir taşımaktadır. O bölgede yaşayanlar da bu yüzden ona "canavar" diye hitap etmektedirler. 
Babasıyla olan 2 yıl önceki son konuşması ise, babasının ona gözden uzak durmasını ve asla aşık olmamasını söylemesi şeklindedir. Cardia'nın tek hatırladığı şeyler bunlardır, bundan öncesi yoktur.

Bir gün, Kraliyet Muhafızları Cardia'yı yakalamak için malikaneye girer. Tam bu sırada da yine ana karakterlerimizden biri olan Arséne Lupin gelir ve Cardia'yı kurtarır. Sonrada Cardia ve 5 adet yakışıklı mı yakışıklı karakterimizin Isaac Beckford'u -Cardia'nın babası- bulma ve Cardia'nın zehrine çare bulma macerası başlar.

~~~~~~~~~~~~~~~
Karakterler
Cardia
"Why should I be sad? It's a part of me."
Baş karakterden başlamayı uygun buluyorum. O yüzden ilk olarak Cardia hakkında birkaç şey söyleyeceğim. İlk olarak her otome oyununda olduğu gibi baş karakterin ismini değiştirebiliyorsunuz. Ancak orijinal karakter ismi Cardia. Kendim oynarken de aynı şekilde bıraktım çünkü Cardia olarak bırakırsanız diğer karakterler ismini söylüyor. (Karudia~)
Şimdi, öncelikle Cardia'nın normal bir otome baş karakteri olmadığını söyleyeyim. İlk başta kurtarılmayı bekleyen çaresiz bir prenses izlenimi veriyor ancak aksine kendini korumak için çabalayan ve salak salak davranışlarda bulunmayan bir karakter. Bayağı badass yani.
Nazik ve dürüst bir karakter. Elinden geldiğince herkese yardım etmeye çalıştığından yardımsever olduğunu da söyleyebilirim. Ancak diğerlerinin ona dokunmasından korkuyor çünkü onlara zarar verebileceğini biliyor.

~~

Arséne Lupin
"Don't worry. Stay with me and you'll soon be able to laugh and cry again-- All I do is for you."
Ana erkekterlerimiz arasından ilk olarak Lupin ile başlayacağım çünkü en muhteşem, en harika, en güzel gülümsemeye sahip ve en centilmen hırsızımız o. Ayrıca true route kendisinin, o yüzden benim için iki kat özel.
Kalbimizin hırsızı olan bu beyefendinin çok tatlış, oynarken söyledikleriyle içimi ısıtan bir karakter olduğunu söylemem gerekli. (Karakter anketlerinde birinci olmasına şaşmamalı, kişiliği o kadar tatlı ki aşırı popüler.) Kendine güvenen, iyimser ve -bolca- gülümseyen bir karakter olmasıyla ciddi ciddi kalbimi çaldı. :')

(Seslendirmeni; Maeno Tomoaki)


~~

Abraham Van Helsing
"I'm looking for someone. Why, you ask? So I can kill him, of course."
Serinin sevdiğimiz tsundere vampir avcısı karakterimiz Van. Yani tam adı Abraham Van Helsing diye geçiyor ancak tüm karakterler Van diyor. O yüzden bende o şekilde yazacağım.
Tsundere olması dışında aşırı aşırı aşırı ciddi bir karakter. Yemek yapmayı "seviyor" ve Impey'nin gevşekliğine(?) pek katlanamıyor.
Kullandığı silahları çok havalı buluyorum. 

(Seslendirmeni; Suwabe Junichi)


~~

Impey Barbicane
"I believe that the day will come when everyone will be able to smile together."
Her otome'nin olmazsa olmazı karakter tiplemesi Impey.
Ama buna rağmen farklı bir havası var. Aşırı şapşal, sürekli Cardia ile flört eden, dahi olmasına rağmen aptallıklar yapan bir karakter. Uzun saçıyla herkesi kendine düşürebilir o yüzden dikkatli olun.
Ayrıca kendisinin aya gitmek gibi bir hayali var. Makinelerle çok ilgili ama bazen onları yanlışlıkla patlatabiliyor??
Yine de bu cinnamon roll oyunda çok ısındığım karakterlerden biri.

(Seslendirmeni; Shoutarou Morikubo)


~~

Saint-Germain
"What, you don't trust me? Can't say I blame you. There are times when I don't trust myself."
Oyunun başından beri oynamak için sabırsızlandığım karakter. Çünkü istemsizce hala beyaz saçlı karakterlere zaafım bulunmakta.
Neyse, San hakkında konuşalım. San, Cardia ve diğerlerinin kaldığı malikanenin sahibi. Aşırı nazik bir kişiliğe sahip ancak bir o kadar da gizemli. Her ne kadar diğer karakterlere göre Cardia'nın olaylarıyla "pek" alakası olmasa(!) da onlara yardım ediyor çünkü eğleniyor??
Bayağı gizemli ve tuhaf bir karakter yani. O yüzden hakkında söyleyebileceklerim bu kadar geri kalan kısmı s p o i l e r.

(Seslendirmeni; Hirakawa Daisuke)


~~~~~

Victor Frankenstein
"Despite being almost petrified by fear, I managed to escape... I'm the worst person you'll ever meet."
İkinci cinnamon roll'umuz Fran.
Çok tatlı, nazik, neredeyse herkesle iyi anlaşan ve bilimi çok seven bir karakter. Ayrıca ilk oynadığım karakterdi.
Minik bir yanlış anlaşılmadan dolayı kendisi suçlu bulunuyor ve hakkında arama kararı çıkartılıyor. Cardia, Fran ile kötü insanlardan kaçarken karşılaşıyor. Fran bir anda geliyor ve "Gözünü ve kulağını kapat!" diye bağırıyor. Ses/ışık bombası atıp Cardia'nın oradan kaçmasına yardım ediyor. (Herkese örnek olacak bir davranış evet, kötü adamlara ses/ışık bombası atmalıyız.)

(Seslendirmeni; Tetsuya Kakihara)


~~~~

Son olarak birkaç "önemli" yan karakter.

Herlock Sholmes
"Everything is interconnected at some level; mortality means very little in the grand scheme of things."
Öncelikle hayır, ismini doğru yazdım.
İkinci olarak bu -maalesef- route'u bulunan bir karakter değil. Ancak hem benim hem de arkadaşımın çok çok sevdiği bir karakter. Yan karakter olmasına rağmen ara ara çıktığı zaman sevindiğim ve tasarımı da m ü t h i ş bir varlık.
İsmi neden böyle onu söyleyeceğim çünkü tam olarak bir spoiler değil. Tanınmamak için.. Evet.. Tanınmamak için..
Neyse, kısacası bildiğimiz Sherlock ama bishounen formunda. Son olarak arkadaşımın yazmak istediği birkaç şeyi yazıp karakterler hakkında olan kısmı bitireceğim.
"O bir tanrı. Kutsal bir varlık. Kelimelere dökemeyeceğim kadar mükemmel. Ayrıca tam bir beyefendi."

(Seslendirmeni; Murakami Kazuya)


Finis
"Sister, I will not let you get away, no matter what it takes."
Karşınızda Finis.
Şimdi bu karakter hakkında söyleyebileceğim tek şey spoiler olduğu için en son o kısmı beyaz ile yazacağım. Bu karakterin benim için önemi seslendirmeni Yuki Kaji. Finis sayesinde sevmeye başladım diyebilirim. Ah, bu arada bilmeyenler için Finis'in erkek olduğunu da söylemem gerek. Evet, erkek.
(Spoiler: Ayrıca serinin muhtemel baş kötüsü, Isaac'i saymazsak.)

(Seslendirmeni: Kaji Yuki)


Sisi

"Hav hav!"
İşte asıl ana karakterimiz Sisi!
Şaka bir yana bu karakter bence önemli. Ayrıca küçük bir de hikayesi var. Impey, Sisi'yi bacağı kötü haldeyken buluyor. Onu tedavi edip gördüğünüz bacağı yapıp takıyor ve Sisi ismini veriyor. Ancak şöyle bir şey var ki, Sisi erkek. GJ Impey, erkek köpeğe kız ismi verdin!
Oyun boyunca Cardia'ya eşlik eden bu beyefendi için lütfen bir alkış!


Delacroix II

"Fear me, foolish humans!"
Tatlı mı tatlı, şirin mi şirin Dora'mız karşınızda!
Evet, ismi çok uzun olduğu için Impey ona Dora-chan diye hitap ediyor o yüzden Dora. Belirli bir bölümden sonra o da malikanede yaşamaya başlıyor. Aşırı tsundere davransa da aslında yumuşak bir yanı var.

(Seslendirmeni; Ishigami Miho)

~~~~~~~
Sonlar & Routelar

Bu kısımda oynadığım sıraya göre gideceğim. Ancak "Notlar" kısmında belirteceğim bir sebepten ötürü benim sıralamam ile oynanmasını/izlenmesini tavsiye etmiyorum. (O yüzden lütfen azıcık da olsa o kısmı okuyun.)

~~~~~~~~

Victor Frankenstein

Cinnamon roll'larımızdan biriyle başlıyoruz çünkü ilk oynadığım karakter Fran'di. Kendisinin her karakter gibi bir normal endingi bir de good/true ending'i bulunmakta.
Route'u tanımlamam gerekirse, aşırı beğendiğim bir route değildi ancak bu kötü olduğu anlamına gelmiyor. Şuan hatırlamaya çalıştığımda özel bir şey hatırlayamıyorum maalesef. Ara ara Fran'in sevimliliği içimi sımsıcak etmişti. Aşırı saf ve utangaç bir karakter olunca normal sanırım.
Route boyunca Fran, Cardia'nın zehrini tedavi etme amaçlı türlü çalışmalarda bulunuyor. Good Ending'de malum.. Yani. Mutlu son sonuçta, ne olduğunu tahmin etmek zor değil.


Saint-Germain

Evet, geldik San'a.
Şimdi, San'ın route'u cidden istediğim gibiydi. Beklemediğim şeyler oldu ve bunların hepsi oyuna derinlik katan şeylerdi. Böyle uç noktalarda olan karakterlerin neden aynı malikanede toplandığını bu route'da anlıyorsunuz. San'ın gerçek amacını da.
Spoiler verip tadını kaçırmayı istemiyorum. O yüzden daha fazla bir şey söyleyemeyeceğim ancak güzel bir route'du. Tek şikayetçi olduğum konu bazı CG'lerin biraz özensiz olması. San odak noktası olan bir karakter olmadığından sanırım normal. Ama yine de diğer karakterlerin CG'lerine bakınca San'ınkiler cidden özensiz.. N e d e n? ; ^;


Abraham Van Helsing

Tsundere vampir avcımıza geldi sıra!
İlk söyleyeceğim şey, bu route Cardia nedense aklıma ekstra badass olarak kalmış. Route boyunca bir vampir avcısı tarafından eğitilince normal sanırım. Ah, bu route'da bir de Jack the Ripper'ımız var. Route'a ne kadar heyecan kattığı tartışılır elbette.
Bu route ciddi ciddi aralarında en az eğlendiğim olabilir. Oynadığım diğer visual novel/otome tipli oyunlarla karşılaştırınca (özellikle otomeler) gayet iyiydi ancak bu oyundaki diğer route'larla karşılaştırınca bana nedense biraz meh geliyor. 
Finali daha iyi olabilirdi. Artı neredeyse tüm route'larda en azından düzgün bir yakınlaşma var ama bunda.. Ihm, pek hayır gibi??


Impey Barbicane

En sevdiğimiz cinnamon roll'umuz Impey!
Ya-şa-sın!
Impey'nin route'u benim için ara ara eğlenceli ara ara sıkıcı geçti. Karakterle ilgisi yok bu sıkılmanın, daha çok route'dan route'a değişen kötü karakterlerle ilgili. Şöyle diyeyim, Impey'nin route'unda bulunan kötü karakterin sesi o kadar sinir bozucu ki ayarlar kısmından kapatmak zorunda kaldım. (Evet, Saya no Uta oynarken tüm o vıç vıç seslere katlanabiliyorum ama cırtlak seslere katlanamıyorum.)
Onun dışında beni şaşırtan bir şey oldu. Neden bu kadar güçlü olduğuyla alakalı kısmı aşırı rahat bir şekilde söylüyor. Kişiliğine tam olarak uygun. Ama bayağı şaşırdım hani cidden beklemiyordum. "Ciddi olamazsın şaka yapıyorsun." gibi bir tepkim oldu. 
Bunun dışında Impey'nin CG'lerinin ne kadar tatlı olduğunu yukarıda koyduğum CG'den biraz görebiliyorsunuz. Geri kalanlar da aynı şekilde. (Ekstra kısmındaki CG hala dibimin düşmesine neden oluyor. Tanrılar affedin beni..)


Arséne Lupin

Evet, geldik kalbimizi çalan hırsızımıza!
Lupin'in route'u true route olduğu için ilk önce diğer karakterlerin route'larını oynamanız gerekmekte. Her good ending aldığınızda şu cg'nin bir parçası açılıyor. Hepsi açıldıktan sonra oyunda yeni seçenekler oluyor ve tada~! Lupin'in route'undasınız! Klasik otome/visual novel mantığı yani.
Peki, bu kadar oynuyoruz oynuyoruz Lupin'in bu zahmete(??) değiyor mu?
Kesinlikle evet!
Boşuna true route değil yani.. Tüm eksik parçalar toplanıyor. Diğer routelarda aklıma takılan kısımların açıklamasını görmek tatmin edici oldu. CG'ler fazlasıyla güzel ve özenilmiş. Oynadığım bazı visual novel tipi oyunlarda karakterlerin tipinin kaydığı CG'ler de gördüğüm için böyle düzgün ve estetik CG'ler görünce mutlu oluyorum.
Lupin'in geçmişini de görüyoruz ancak yalan söylemeyeceğim çok fazla bir şey hatırlamıyorum geçmişiyle ilgili.
~~~~~~~~

Notlar
  • İlk olarak "Sonlar&Routelar" kısmının başında yazdığım sıralama ile oynanmaması/izlenmemesi gerektiğini söylemiştim. Bunun nedeni San'ın route'unun çok olayı spoilerladığını düşünmem. O yüzden önerim, Fran > Van > Impey > San şeklinde oynamanız/izlemeniz. Bana göre her şey bu şekilde daha iyi yerine oturuyor.
  • Oyun çok uzun. VNDB 30-50 saat sürdüğünü söylemiş. Cidden aşağı yukarı o kadar sürüyor. Şuan save'im olmadığı için kendi oyun süremi tam olarak söyleyemiyorum ancak en az 40-50 saat oynadım. Bazı yerler sıktığı için 1-1,5 ayda ancak bitirebildim oyunu.
  • Oyunda geçen terimleri daha iyi anlamanız için sözlük benzeri bir şey var. Açıp okuyabiliyorsunuz. Bayağı hoş bir detay olduğunu düşünüyorum. Terim harici karakterler hakkında da ufak bilgiler oluyor.
  • Oyunda bad ending olayı yok. Şimdi "Ee ne güzel işte?" diyeceksiniz ancak ben bad ending seven bir insanım. Olan bad endinglerin Game Over ekranı olması beni bir miktar kırdı. Normal Endingler benzeri bir işlev görüyor ancak herhangi ekstra CG almıyorsunuz. Sadece neler olduğu anlatılıyor. Eh, bu da bir şey sonuçta..
  • Her route'un good ending'inden sonra o karakterin ekstra hikayesi açılıyor ve 10 dakikalık kısa bir hikaye okuyup CG alıyorsunuz. CG ise.. Fanservice temalı.. Impey'nin ki bakmanızı önerebileceğim kadar güzel. Hatırladıkça yüzüm kızarıyor..
~~~~

Evet, sanırım ekleyebileceğim daha fazla şey kalmadı. Aklıma gelirse daha sonradan belki ekleme yapabilirim.
Oyun bir otome olarak ortalamanın üstüydü. Cardia'yı öve öve bitiremiyorum ama Amnesia'nın ana karakteri gibi ciddi anlamda boş bir kabuk olan aptal ana karakterler görünce, Cardia gibi dolu dolu hareketlerinin bir anlamı olan bir karakter çölde 10 litre soğuk su bulmak gibi. Diğer karakterler de aynı şekilde, her ne kadar belirli tiplemeler olsalar da derin karakterler. 

Kısa kısa anlattığıma bakmayın. Kendi routelarında bu karakterlerin hepsi uzun ve detaylı ancak sıkmadan anlatıldıkları için derin olduklarını, yüzeysel ve boş olmadıklarını söyleyebiliyorum.
Çok fazla otome oynamadığım için bunu söylemem ne kadar doğru olur bilmiyorum ancak oynadığım en iyi otome oyunu kesinlikle bu.
Görülmeye değer olduğunu düşünüyorum.


Neyse efendim, bugünlük benden bu kadar.
Oyunu bitireli 1-1,5 yıl olduğundan bazı yerleri hatırlamakta zorluk çektim ancak aldığım screenshotlar ve arkadaşımın gönderdiği bir başka inceleme yazısını okuyunca daha rahat bir şekilde yazabildim. Kendisine tekrardan teşekkür ediyorum.
Ekim ayının 7'sinde animesi de gelecek ancak hiç umutlu değilim ve kötü olacağını düşünüyorum. İlk duyurulduğunda "Belki iyi olur." diye düşünmüştüm ancak fragmanları gördükten sonra pek umudum kalmadı. Renk paleti aşırı soğuk geldi. Umarım ilerleyişi güzel yaparlar da görselliğe o kadar takılmam. (Pek zannetmiyorum..)
(Daha Sonra Yapılan Güncelleme; İzlemeye dayanamayacağım kadar kötüydü. Bu kadar güzel bir oyunu görsel olarak nasıl bu kadar batırabildiklerini hiçbir zaman anlayamayacağım. Mükemmel bir görsellikte olmasını elbette beklemiyorum ama bu kadar da kötü olmamalıydı.)
Umarım hoşunuza gitmiştir. Bir sonraki yazıda görüşmek üzere~!




Not; Bu yazı birkaç aydır yazılmaya çalışmakta olduğundan bazı yerlerde dediklerim tutarsız olabilir.

24 Temmuz 2017 Pazartesi

4. Yıl Özel (Olmayan) Yazısı

Herkese merhaba.
Normal şartlarda bu blogdaki hala duran ilk yazıyı paylaşmamın üzerinden 4 yıl geçtiğini hatırlamam ama Facebook sağ olsun. Hatırladım.
Bu yazının aslında pek bir amacı yok. Yani teşekkür dışında.

Pekala, 3. yıl için yazdığım yazıda olduğu gibi başlayalım.
Yazılarımı okuyan, okumayan, yorum yazan ve yazmayan herkese çok çok teşekkür ediyorum. Bloga başlarken bu kadar insan ile konuşma veya tanışma fırsatım olacağı hiç aklıma gelmezdi. Bu benim için büyük bir şey. Tamam, burada yüzlerce kişiye konuşmuyorum ama benim için 10-15 kişi bile büyük bir sayı.

Şu 1 yıl içerisinde değişen şeylere de bir göz atalım. Çünkü aklıma başka bir şey gelmedi ve bu yazının biraz uzun olmasını istiyorum.
İlk değişen şey fazlasıyla azalan yazı sayısı, 18'den 7'ye inmiş, trajikomik. Ayrıca gelen 7 yazının 2-3 tanesinin yararlı bir şey olduğunu düşünürsek, pEK İYİ DEĞİL! (Abartıyorum o kadar değil.)
Kişisel olan değişiklikler ise arkadaş çevremde olan çok küçük bir genişleme, sık konuştuğum arkadaşlarım yine sayılı ancak normal konuştuğum kişiler eskisine oranla biraz daha fazla.

Tamam, kısaca blogda şuan ilk yazı olan yazının bana ne kadar cringe yaşattığı hakkında konuşup, 4. Yıl Özel (Olmayan Yazısı'nı bitireceğim.
Bu yazı çok cringe, o kadar ki okuyamıyorum bile ve yazıyı yazan eski beni tokatlamak istiyorum.

Bir sonraki yazıda görüşürüz, kendinize iyi bakın.


14 Temmuz 2017 Cuma

Kişisel Bir Sorun | Kenzaburo Oe

Herkese merhaba.
Kitap yazısı yazmak konusunda ne kadar iyi olduğumu ve ne kadar düzenli yazdığımı biliyorsunuz. Cidden, isterdim ki okuduğum her kitabın yazısını yazabileyim. Ancak Haruki Murakami'nin Kadınsız Erkekler kitabından sonra okuduğum tüm kitapları yazmamak gibi kötü bir şey yaptım. Birazdan hakkında bir şeyler yazacağım kitabı Goodreads'e göre geçen yıl bu zamanlar bitirmişim. Haha, umarım hatırlayabilirim.
Neyse, bu kitabı ne zaman hatırlamıyorum ancak bir ara Shuu-san önermişti. Bayağı uzun zaman oldu ama hep aklımın bir köşesinde kaldı.

Kitabın konusundan kısaca bahsedersem,
Bird takma ismine sahip bir ana karakterimiz var, bir dershanede öğretmen ve Afrika gezisi yapmak gibi bir hayali var. Ancak evlendikten ve karısı hamile kaldıktan sonra bu hayali yavaş yavaş sönmeye başlıyor. Bir de doğan çocuk beyin fıtığı gibi ender rastlanan bir hastalık(?) ile doğunca Bird iyice kendini kaybediyor. Alkol ve kendi içinde yaşadığı yoğun duygularında etkisi yüzünden bu çocuğun yeryüzünden silinmesi gerektiği düşüncesine dahi kapılıyor.


Şimdi, ilginç bir şekilde Bird cidden empati kurabildiğim bir karakter oldu. Tam olarak nasıl anlatabileceğimi bilmiyorum ancak ara ara kendimi de gördüğüm oldu. Yani sorunlardan kaçma olayında.

Ancak kitapta en sevdiğim nokta Bird'ün kitap ilerledikçe düşüncelerinin içinde boğulması ve cidden onun bu korku ve yoğun duygulardan kurtulmasının tek yolunun çocuğun ölmesi olduğunu düşünmesi, yani bir nevi git gide dibe batması.
Bayağı fucked-up bir durum ama kitaplarda sevdiğim bir durum olduğunu söyleyebilirim.

Spoiler vermeden bu kitabı nasıl anlatabilirim bilmiyorum. Ancak okunması gereken bir kitap olduğunu düşünüyorum. Kitabı okumadan önce hiçbir beklentim yoktu, aslında biraz sıkıcı ilerleyeceğini de düşünmüştüm ama hem etkiledi hemde hiç sıkıcı değildi. Sonunun beni nedense şaşırttığı kitaplardan biriydi. Beklenmedik bir son diyebilirim.
Okuyacaklar için şimdiden iyi okumalar. Alt tarafa kitaptan almış ve defterime yazmış olduğum birkaç kesiti koyacağım. Kendinize iyi bakın, bir sonraki yazıda görüşmek üzere.

Bird, zaman makinesine binerek on bin yıl önceki dünyayı ziyaret etmiş bir gezgin gibi, kendisinden kaynaklanan bir etkiyle gerçek dünyada anormal bir şeyler olmasından korkuyordu. Bebekteki anormalliği öğrendiği andan beri aynı hisleri taşıyordu. Üst üste gelen kötü eller sonrası bir kart oyununa ara verir gibi, bir süreliğine dünyaya ara verebilmeyi arzuluyordu. | -Kişisel Bir Sorun, s. 74-75 

Neyse, doğmamış olmaktansa, doğmuş olmanın iyi olup olmadığını anlayamadığımız bir devirdeyiz zaten. | -Kişisel Bir Sorun, s. 57 

29 Haziran 2017 Perşembe

Güncelleme #11

Herkese merhaba.
Yine uzun zaman oldu. Özellikle bir güncelleme yazısı olmayalı uzun zaman oldu. En son Şubat'ta yazmışım. O zamandan beri değişen şeyler oldu ancak nasıl anlatsam pek bilemiyorum. Son zamanlarda düşüncelerim darmadağınık.

Sağlığımdan başlayalım ilk önce, Mart ayından beri sırf korktuğum için psikiyatriste gitmiyorum. Söyleyemeyeceğim çok fazla şey oldu. Sanırım Mart ayı bayağı kötüydü benim için. Mart ayında olan tek iyi gelişme eğer doğru hatırlıyorsam piyano öğrenmeye başlamamdı.
Arada canım isteyince öğrendiğim parçaları çalarken video çekiyorum, izlemek isteyenler Youtube'da kullanıcı adımı aratarak bulabilir kanalımı. (Çok beklenti içine girmeyin.)

Aslında tek iyi şey bu.
Kafamı bir miktar oyalayacak bir şey bulmam. Ayrıca kötü şeyleri düşünmemeye kendimi zorlamam, gerçi şuan olduğu gibi 2-3 haftada bir duygu patlaması yaşadığım için sanırım korkumu yenip yardım almam gerekiyor. Çünkü kendimi iyi hissetmeye ve kötü şeyleri düşünmemeye zorlamak zor. Birilerine anlatamamak daha da zor.

Yinede duygularımı/düşüncelerimi değer verdiğim veya sık sık konuştuğum kişilere anlat(a)masam bile herhangi bir konu hakkında birileriyle konuşmak bile rahatlatıyor. Kötü şeyleri düşünmediğimde güzel ve huzurlu vakitler geçirebiliyorum. Ancak henüz çabucak biten enerjime çözüm bulamadım. Yürüyüş yapmaya geri dönsem iyi olabilir sanırım.

Birkaç hafta önce 999'u bitirdim.
Eğer yeterince enerjim ve isteğim olsaydı hakkında konuşmak isterdim ancak maalesef yok. Umarım yakın zamanda bu enerji ve istek gelir.

Onun dışında VA-11 HALL-A'yı aldım, arada onu açıp oynuyorum. Bitirmek/Oynamak istediğim birçok oyun var ancak ben inatla araya başka oyunlar sıkıştırmaya devam ediyorum.
Bravo bana!

Ancak oyun bayağı güzel.
Barmenlik kısmı nedense beni eğlendiriyor. Önemli olanda bu sanırım.

Kitap olarak ise şuan boşluktayım. En son Dorian Gray'in Portresi isimli kitabı okudum. (Sevdiğim bir arkadaşımın önerisiydi.) Gerçekten güzel bir kitaptı. Tam sevdiğim türden bir kitaptı. Ancak bitirdiğimden beri Kumkurdu dışında kitap okuyamadım.
Sanırım yine "eskiden zevk alınan şeyleri artık zevk alarak yapamama" durumu mevcut. Neyse, elbet bir gün gelecek eski halime döneceğim.

Bunun dışında yakın bir zamanda taşınacağız, şuan oturduğumuz yerden iki sokak arkaya taşındığımızdan pek bir değişiklik yok ancak taşınacağımız ev yeni bitmiş bir apartmanda olduğu için internet birkaç ay problem olacak. (Sevgili Vodafone, lütfen sesimi duy ve şu apartmana internet getir yoksa ölücem.)

Neyse, benden bu kadar. Aklıma anlatabileceğim daha farklı bir şeyler gelmiyor.
Kendinize iyi bakın, umarım bir sonraki yazıda düşüncelerimi daha iyi toparlamış olurum.
Güle güle~

9 Mayıs 2017 Salı

İzmircon 2017

Herkese merhaba!
Yine uzun zamandır yazamıyordum çünkü.. Sebebi yok.
Yani farklı bir sebebim yok. Genel hiçbir şey yapmama isteğimden dolayı yazamıyordum. Bir de etkinlik bittikten sonra hasta oldum. 1 hafta da öyle yok oldu.
Şuan iyiyim ve yazmaya hazırım!

Şimdi geçen seneki İzmircon'un aksine bu sefer iki günde gittiğimden ve kostümlü gittiğimden gerçekten güzel bir deneyim yaşadım. Buna artı olarak nedense kendimi biraz daha rahat hissettiğim için fotoğraf çekilmek için insanlara sorabildim.
Bu arada Dracon yazısında Danganronpa 2'den Chiaki Nanami'yi yapacağımı söylemiştim. Cidden de yaptım. Ancak her şeyi hazır aldım, çünkü yapabilecek vaktim ve deneyimim yoktu. Buna rağmen gayet güzel tepkiler aldım??
Sanırım benzemediğimi düşünsem de fena değildi.

Sağ gözüme gül ekledim çünkü böyle daha havalı.
Gidiş hikayemi de anlatmak istiyorum. Bu sefer çok garip bir şey olmadı ancak hava biraz sıcak olduğundan fazlasıyla terledim. Neyse ki, makyajım hemen hemen istediğim gibi kaldı.
İzban'da karşımda oturan yaşlı çift ile sohbet ettim. Nereye gittiğimi sorduklarında falan biraz anlattım. (Ve aktarma yapmadım??) Kısaca iyi bir yolculuktu.
Etkinlik alanına gitmek en basitiydi, "Kalabalığı takip et." yöntemi yine işe yaradı!

Biletimi aldıktan sonra üstümü değiştirmek için giriş katındaki tuvalete gittim. (Normalde ikinci kattaki tuvalet soyunma odası olarak ayarlanmış ama ben bilmiyordum.) Zaten gömlek ve ceket üstümde olduğundan bir tek etek ve ayakkabımı giymem yeterli oldu. Sonrasında peruğu taktım ve orada olan birinden yardım alarak (herkes çok yardımseverdi, peruğumu taramak için tarağı olan birinin olup olmadığını sorduğumda direkt olarak biri tarak verdi) vestiyeri bulup çantamı teslim ettikten sonra etrafta dolaşmaya başladım.

Bu sefer Suki yoktu çünkü işi çıkmıştı. Kısaca yalnızdım.
Birkaç kişi fotoğraf çekilmeye falan geldi, aşırı mutlu oldum. Sonra bir köşede Taiko no Tatsujin oynadım biraz. 
Sonra etkinlik boyunca sağ olsun Irmak geldi, yeey! (Best Maid in the World!) Eğer yalnızsam beraber takılabileceğimizi söylediğinde aşşırı mutlu oldum.  Sonunda yalnız değildim, yeey!

Daha sonra parti büyüdü tabii ki, Danganronpa V3'den Saihara Shuuichi'nin takım elbiseli versiyonu ile, Can katıldı. (İlk başta fark etmedim, bunun için hala kötü hissediyorum sdfskfs)

Gerçekten çok çok çok eğlendim. Sevdiğim birçok karakterin cosplayini görmek bayağı hoştu. Hepsini koymak isterdim ancak nedense utandım şuan.. 
Bu arada bu etkinlikte karakteri tanıyan cidden çok fazla kişi oldu. Ib'de yaşadığım şeyleri anlatmıştım zaten, kabus gibiydi desem yeridir. (Gerçi benzemiyordum bile, normal şeyler bunlar.)
Ib demişken Ib ve Garry cosplayi yapan birileri vardı. Ama gördüğümde hazırlanıyorlardı o yüzden "Daha sonra gelirim ben." deyip gittim ama daha sonra gelemedim. 
Neyse ki Ib yapan kişi ikinci gün Madotsuki yapmış onunla fotoğraf çekildim. Çok tatlıydı ve çok güzel bir cosplaydi. *sevinç göz yaşları* 



Bu arada ilk defa bir müzik videosunda bulundum. Ama çok stresli olduğumdan saçma sapan şekilde gülümsüyorum. (05:07'de görebilirsiniz.) Bir daha şansım olursa daha havalı olacağım!

Bunların dışında cosplay yarışması bayağı iyiydi, yani bireysel yarışma. Çünkü grup yarışmasını izlemeye gitmedim sdffdsfhkfj
O sırada standların bulunduğu loş(??) ve daha serin kısımda Özgür Abi'nin Persona 4'de takıldığım yeri geçmesini izliyordum. (Gerçi fazla bir şey kaçırmamışım??)
Tekrardan çok çok teşekkür ediyorum. Hala oturup devam etme fırsatım olmadı oyuna gerçi.. Neyse bir ara o da olacak!

Bir de standlardan biraz bahsetmek istiyorum. Çünkü bayağı fazlalardı.
Bayağı. Cidden.
Özellikle çizim standları ağırlıklıydı. Bu sefer birkaç şey aldım!
Anahtarlık vb. şeyler satan bir stand'dan Yurio anahtarlığı aldım. (Bunun hakkında konuşmak istemiyorum. Neden böyle bir şey yaptım aa.)

Bir de gerçekten çok sevimli bir insandan aldığım Yuri on Ice ve Ib temalı iki defter ve Danganronpa'lı kitap ayracı. Cidden çok çok tatlılar. Özellikle defterlerin arkasında bulunan detay çok hoşuma gitti. Kitap ayracını da bende Can gibi çerçeveletip duvara asmak istiyorum, o kadar güzel! Kendisinin instagram hesabını şöyle bırakıyorum. Sayfa açtığı zaman buraya koymaya çalışırım yine çünkü insanları desteklemek önemli! ; ^;
Not: İkinci gün Touken Ranbu'dan Tsurumaru Kuninaga'nın cosplayini yapmıştı, görünce cidden mutlu oldum. Çok iyiydi çünkü. :'')


Komik bir anımı da anlatmak istiyorum..
Etkinliğin yapıldığı yer Tepekule Kongre Merkezinde aynı anda birçok etkinlik olabiliyor çünkü fazlasıyla kat var. Etkinliğin olduğu iki günde üst katlarda nişan/düğün tipi şeyler vardı ve iki günde babamın beni oradan almasını beklerken etkinlikle alakası olmayan kişilerle fotoğraf çekildim.
Buna yaşlı bir teyze ve 2-3 orta yaşlı kadın da dahil sdfshjdkfsf 
Çok ilginç, güzel ve komik bir deneyimdi. 


Peki, etkinlik genel olarak nasıldı?
Kıyafetimden ve ayakkabımdan dolayı yaşadığım bazı sıkıntılar (terleme ve ayak ağrısı) dışında cidden güzeldi. Geçen seneye göre bolca gelişme var ve bu iyi bir şey.
Umuyorum gelecek sene daha da güzel olacak ve daha çok eğleneceğim.

Bu arada seneye olan amacımı da yazayım.
Danganronpa serisinden devam ediyoruz. Pekoyama Peko!
Bu sefer craft yapmayı istedim, zaten yapmayı istediğim bir karakterdi. Umarım başarabilirim!
*başaramadı*

Neyse, benden şimdilik bu kadar.
Kendinize çok çok iyi bakın~!

15 Mart 2017 Çarşamba

Hitori Kakurenbo | Tek Kişilik Saklambaç

Herkese merhaba!
Depresif tilkiniz geri döndü!
Bu sefer biraz farklı bir şey yapacağız, Ayanami Rei Expy yazısını hatırlayan vardır belki, hem ona devam olması açısından hem de burayı biraz daha güncel tutmak için internette bulduğum ilginç/korkunç şeyleri gerekli kaynaklardan çevirerek paylaşmak istiyorum.
(İlham kaynaklarım Shuu-san ve Mösyö Pikselans. Shuu-san'ın japon şehir efsaneleri yazılarına ve Mösyö Pikselans'ın da Creepypastalar/Rivayetler hakkında yaptığı videoları izlemeyi unutmayın!
-nedenböylesaçmaşekildeyazıyorumbenaağh-)

Anime izlerken bir anda aklıma sabah izlediğim video geldi, Annie96 is Typing tepkisi videosu izlemiştim. Annie96 is Typing bir creepypasta. Ama ama ama benim bahsedeceğim şey bu değil. Daha ürkütücü bir şey.
Kendi kendime dedim ki, "Bu beni yeterince korkutmadı, ben Know Your Meme'de gezinip daha ürkütücü bir şey bulayım."
Bayağı kaşındım sanırım çünkü başlıktan da anlayacağınız üzere "Tek Kişilik Saklambaç" adı verilen bir şey buldum. Aslında bu "oyun" hakkında yazmamın sebebi rpg maker korku oyunlarını az çok oynayanların en azından duymuş oldukları bir oyun olan Paranormal Syndrome'da da bu olayın olması.

Her neyse, lafı uzattım. Umarım okurken eğleni- Pardon, irkilirsiniz~!



Tek Kişilik Saklambaç, (ひとりかくれんぼ - Hitori Kakurenbo, One-Man Hide and Seek) aslında bir Japon şehir efsanesi olan ritüele dayanıyor. Ritüelde bir insan bedenini ele geçirmek için öylece gezinen ruhlardan birine insan bedeni yerine bir bebek veya bir peluş oyuncak bedeni vererek onu çağırıyorsunuz ve saklambaç oynuyorsunuz! Ne güzel değil mi?

Bu ritüelin nasıl yapıldığını Saya in Underworld isimli blogdan yardım alarak yazacağım. Ama denemenizi kesinlikle önermiyorum. Açıkçası bu yazı için okuduğum birkaç creepypasta bile beni korkutmaya yetti de arttı bile. Her ne kadar creepypastalar pek gerçekçi gelmese de işin içine japon şehir efsaneleri girince korkunç oluyor.

~~~~

İhtiyacınız Olanlar;
+ Kolları ve bacakları olan bir bebek/peluş oyuncak
+ Biraz pirinç (bebeğin/peluş oyuncağın içini dolduracak kadar)
+ Bir iğne ve kırmızı bir ip
+ Keskin uçlu bir obje (bıçak, cam kırığı veya makas gibi)
+ Bardak dolusu tuz (doğal tuz en iyisi olur)
+ Saklanacak bir yer (tütsü ve ofuda ile arındırılmış olması tercih edilir -ofuda bir tür tılsım-)


Hazırlık; 
1. Bebeğin/peluş oyuncağın içindeki pamuğu (veya içinde ne varsa) tamamen çıkartın ve içine pirinç doldurun. *1
2. Tırnaklarınızın birazını kesin ve bebeğin/peluş oyuncağın içine koyun ve kırmızı ip ile dikin. Dikmeyi bitirdiğinizde kalan iple bebeği/peluş oyuncağı bağlayın. *2
3. Küveti suyla doldurun.
4. Saklanma yerine bardak dolusu tuzu yerleştirin. (Tilki Notu; Sanırım burası tuzlu "su" olacak.)


Nasıl Yapılır;
1. Bebeğe/Peluş oyuncağa bir isim verin. (Kendi isminiz dışında herhangi bir şey olabilir.)
2. Saat sabah 3 olduğunda bebeğe/peluş oyuncağa üç defa "(kendi isminiz) ilk ebe!" deyin.
3. Banyoya gidin ve bebeği/peluş oyuncağı su dolu küvete koyun.
4. Evdeki tüm ışıkları söndürün, saklanma yerine dönün ve televizyonu açın.
5. Gözünüz kapalı 10'a kadar saydıktan sonra, elinde keskin uçlu obje ile banyoya geri dönün.
6. Banyoya geldiğiniz zaman bebeğe/peluş oyuncağa, "Seni buldum, (bebeğin/peluş oyuncağın ismi)!"  deyin ve elinizdeki keskin uçlu objeyi ona saplayın. *3
7. "Sıradaki ebe sensin, (bebeğin/peluş oyuncağın ismi)!" Deyin ve bebeği/peluş oyuncağı yerine koyun.
8. Koyduğunuz gibi, saklanma yerine geri koşun ve saklanın.


Nasıl Bitirilir;
1. Tuzlu suyun yarısını ağzınıza dökün (yutmayın, ağzınızda tutun)*4 ve saklanma yerinden çıkıp bebeği/peluş oyuncağı aramaya başlayın. Bebek/peluş oyuncak kesinlikle banyoda değil. Ne olursa olsun tuzlu suyu tükürmeyin.
2. Bebeği/peluş oyuncağı bulduğunuzda, bardaktaki kalan tuzlu suyu üzerine dökün, ayrıca ağzınızda bulunan tuzlu suyu da ona püskürtün. 
3. Üç defa "Ben kazandım," deyin.

Bu ritüeli bitirmeli.
Bundan sonra bebeği/peluş oyuncağı kuruttuğunuzdan, yaktığınızdan ve attığınızdan emin olmalısınız. 

- En Önemlisi
Lütfen bu ritülin ortasında durmayın. Sonuna kadar yapmalısınız. 
Bu çok tehlikeli bir ritüel ve denediğiniz zaman başınıza bir şey gelirse bundan ben sorumlu değilim.


Aklınızda bulunması gereken diğer şeyler;
- Ritüeli bitirene kadar evden dışarı çıkmayın.
- Bütün ışıkları söndürmelisiniz.
- Saklanırken sessiz durun.
- Ağzınızda sürekli tuzlu su olmasına gerek yok. Sadece ritüeli bitirirken yapmanız gerek.
- Unutmayın, eğer birileriyle yaşıyorsanız onları da tehlikeye atabilirsiniz.
- Bu ritüele bir veya iki saatten fazla devam etmeyin.
- Güvenlik açısından, bütün kapıların kilitli olmaması iyi olur.(Dış kapınız dahil.) Ayrıca eğer ihtiyacınız varsa tehlikeli bir anda yardımcı olmaları için birkaç arkadaşınızı yanınıza alabilirsiniz. Yakında telefon tutmak da iyi bir fikir olabilir.


*Notlar;
*1 - Pirinç iç organları temsil ediyor. Ayrıca ruhların ilgisini çekiyor.
*2 - Kırmızı ip kan damarını temsil ediyor. Bu ruhu/ruhları bebeğin içine mühürlüyor.
*3 - İpi keserek mühürü kırıyorsunuz ve ruhu/ruhları serbest bırakıyorsunuz.
*4 - Eğer tuzlu su olmadan saklanma yerinden çıkarsanız, evinizin içinde size bir şekilde zarar verebilecek "oralarda gezen şey" ile karşılaşabilirsiniz. Görünüşe göre "oralarda gezen şey"in varlığını hissetmenin yolu, televizyona neler olduğunu izlemekmiş.

~~~~~~~

Evet, ritüelin nasıl yapıldığı hakkındaki şeyler bu kadar. Umarım kimse denemez. 
Nasıl yapıldığını okumak bile tüylerimin diken diken olmasına sebep oldu.. Belki de çok korkak olduğumdandır. Gerçi -önermiyorum ama- Youtube'da şu videoya baktıktan sonra ve yorumları biraz okuduktan sonra en azından birazcık korkmuşsunuzdur diye umuyorum. (Notlar kısmındaki 4. maddedeki "televizyonu izleme" kısmı. Saya-san ritüel başladıktan 40 dakika sonra olduğunu söylemiş.)

Pekala, şuan öğlen ama evde tek olduğum için şuan bayağı korkmuş hissediyorum. Ama kendim kaşındım, sonucu da bu oldu..

Neyse, benden bu kadar. Alta Gölge'nin fotoğrafını bırakacağım, çünkü bugün Gölge'nin doğum günü! 4 yaşına girdi! Tam bir amca oldu. (Ayrıca o kadar korktuktan sonra kedi fotoğrafına bakmak iyi bir fikir olabilir..)
Bir sonraki yazıda görüşürüz~!


20 Şubat 2017 Pazartesi

Güncelleme #10 | Günlerden Bir Gün

Herkese merhaba~!
Acaba beni özleyenler var mıdır? Nedense merak ediyorum.
Sanırım ben buraya daha sık yazdığım dönemleri özledim. Herkesin birbir ayrıldığı, insanların yazı okumak yerine beyin yıkayıcı videolar izlemeyi tercih ettiği yıllardayız sonuçta. Yanlış anlaşılmasın bende izliyorum bu beyin yıkayıcı videoları. Ama nedense her seferinde bir şeyler yanlış geliyor.
Sonrasında yine okuyacak bir şeyler arıyorum.
Dandik genderbender mangaları beni buluyor ve onları okuyorum. (Cidden fazla dandikler..)

Uzun zamandır shoujo manga okumadım veya seinen türü bir manga. Aslında fazla bağımlılık yapar diye korkuyorum. Çünkü şeytan üçlüsü (Oyasumi Punpun, Aku no Hana, Koe no Katachi) beni yeterince yerden yere vurmuştu. Üstüne bir de bu üçlünün kardeşi olan manga ile gerçekliğe olan bağlantım %2 oranında daha da zayıflamıştı.
Sanırım şuan o bağlantıyı biraz güçlendirebildim..

Hayat zor.
Aslında şöyle diyeyim, hayat benim gibi zihnini her şeyin zor olduğuna şartlamış biri için zor. Dışarı bile çıkmaya korkar oldum. Evet, ciddi ciddi dışarıya çıkmaktan korkuyorum. İnsanların arasında olmak beni rahatsız ediyor. Sanki daha öncekinden 10 kat daha çok üzerimde bakış hissediyormuşum gibi oluyor.
Ah, tetikleyici olduğu için özür dilerim. Kendinizi kötü hissetmeniz için herhangi bir sebep yok. Sonuç olarak iyi günler, iyi saatler ve iyi dakikalar oluyor hayatımızda.

Bende mutluyum, yani genel olarak.
Okul konusunda genel olarak dışkıyı çoktan sıvamış ve kurumasını bekliyorken acı çekiyor olsam da bu böyle.
Kendi yaptığın yanlışların sonuçlarını kendin çekmek zorundasın.

Çok sevgili bir arkadaşım sayesinde Vanitas no Carte okumaya başladım. Acı ve mutluluk verici bir manga, yakın zamanda Pandora Hearts'ı da okuyup bu acıyı 10 katına çıkarmayı planlıyorum.


Bunlar dışında yeni kitaplar aldım.
Sanırım okumaya en çok heyecanlandığım Hayvan Mezarlığı ve Koleksiyoncu.
Hayvan Mezarlığı küçüklüğümden beri annemler tarafından filmi bol bol anlatılan bir kitap. "Madem o kadar övüyorlar filmini ve ne kadar ürkütücü olduğundan bahsediyorlar. O zaman bende kitabı okuyayım!" deyip aldım. 
Koleksiyoncu ise.. Bir şarkının hikayesinde o kitaptan ilham alındığını öğrenince merak edip aldım. (pssst)

İki tane daha kitap var ancak sır~
Çünkü biri ödevim için, diğeri ise süpriz.

Haha, cidden kendimi aptal hissettim nedense..
Neyse, umarım herkes iyidir ve iyi olmaya devam eder.
Daha sonra belki tekrar görüşürüz~